Hz. Süleyman ve saf adamın hikayesi
Adam yalvarır bir halde;
“Heybetli Sultan, rüzgara emret te beni taa Hindistan’a götürüp bıraksın. Belki bu derece uzaklaşmak sayesinde canımı kurtarırım.”
Zavallı adam öyle perişanmış ki kaçmakla kurtulacağını sanıyormuş. Fakirlikten k*o*rkanlar da tıpkı onun gibi hareket ederler. Fakat ne yaparlarsa yapsın k*o*r*ktukları mutlaka bir gün onları bulur. Hatta beterine de uğrarlar. Hz Süleyman Hindistan’a gitmek isteyen bu adamın arzusunu da yerine getirmiş. Rüzgara emretmiş ve adam bir anda kendini Hindistan’ın en ücra köşesindeki bir adada bulmuş.
Adam Azrail’den yakayı kurtardığını sanmaktaymış. Ertesi günü Hz Süleyman’ın yine Divanı kurulmuş ve onun halkı kabul edeceği zaman gelmiş. Azrail’de bu Divan’da imiş. Hz Süleyman ona bakarak demiş ki;
“Ey Allah’ın meleği niçin o Müslüman’ın ödünü koparan hışımlı bakışla baktın, bunun hikmetini bana anlatır mısın?”” Azrail şöyle cevap vermiş:
“Benim ona bakışımda zerre kadar hışım yoktu. O vehme kapılarak yanlış anladı. Ben ona yol ağzında rastlamıştım ve onu görünce hayret etmiştim. Çünkü Cenabı Hak bana Hindistan’da bir adaya gidip vazifemi yapmamı emretmişti. Onu burada görünce şaşırdım bu adamın bir değil yüz kanadı olsa da aynı gün buradan kalkıp yine Hindistan’a gidemezdi. Ben vazifemi Hindistan’da nasıl yapacaktım adam burada iken?”
Azrail hayretinde haklıydı, fakat Hz Süleyman’ın bir emri rüzgara o gelen adamı taşıtmış ve Hindistan’ın en ücra Adası’na götürtmüştü.
Azrail de onu orada bulmuş ve vazifesini yapmıştı.
Mevlana Celaleddin’in bu kıssayı anlattıktan sonra kıssadan hisse misali şu yorumu yapar işte sen bütün dünya işlerine buna kıyas et gözünü aç ve gör ki uğraşıp didişmekle mukadderattan kurtulmak mümkün değildir. Kimden kaçıyoruz* Kendimizden mi, bu ne mümkün? Mukadderattan kaçmak kendi nefsinden kaçmak gibidir. Bu da imkânsızdır. Yoksa Haktan mı kaçıp kurtulmak istiyoruz ne beyhude bir zahmettir bu…
Adam yalvarır bir halde;
“Heybetli Sultan, rüzgara emret te beni taa Hindistan’a götürüp bıraksın. Belki bu derece uzaklaşmak sayesinde canımı kurtarırım.”
Zavallı adam öyle perişanmış ki kaçmakla kurtulacağını sanıyormuş. Fakirlikten k*o*rkanlar da tıpkı onun gibi hareket ederler. Fakat ne yaparlarsa yapsın k*o*r*ktukları mutlaka bir gün onları bulur. Hatta beterine de uğrarlar. Hz Süleyman Hindistan’a gitmek isteyen bu adamın arzusunu da yerine getirmiş. Rüzgara emretmiş ve adam bir anda kendini Hindistan’ın en ücra köşesindeki bir adada bulmuş.
Adam Azrail’den yakayı kurtardığını sanmaktaymış. Ertesi günü Hz Süleyman’ın yine Divanı kurulmuş ve onun halkı kabul edeceği zaman gelmiş. Azrail’de bu Divan’da imiş. Hz Süleyman ona bakarak demiş ki;
“Ey Allah’ın meleği niçin o Müslüman’ın ödünü koparan hışımlı bakışla baktın, bunun hikmetini bana anlatır mısın?”” Azrail şöyle cevap vermiş:
“Benim ona bakışımda zerre kadar hışım yoktu. O vehme kapılarak yanlış anladı. Ben ona yol ağzında rastlamıştım ve onu görünce hayret etmiştim. Çünkü Cenabı Hak bana Hindistan’da bir adaya gidip vazifemi yapmamı emretmişti. Onu burada görünce şaşırdım bu adamın bir değil yüz kanadı olsa da aynı gün buradan kalkıp yine Hindistan’a gidemezdi. Ben vazifemi Hindistan’da nasıl yapacaktım adam burada iken?”
Azrail hayretinde haklıydı, fakat Hz Süleyman’ın bir emri rüzgara o gelen adamı taşıtmış ve Hindistan’ın en ücra Adası’na götürtmüştü.
Azrail de onu orada bulmuş ve vazifesini yapmıştı.
Mevlana Celaleddin’in bu kıssayı anlattıktan sonra kıssadan hisse misali şu yorumu yapar işte sen bütün dünya işlerine buna kıyas et gözünü aç ve gör ki uğraşıp didişmekle mukadderattan kurtulmak mümkün değildir. Kimden kaçıyoruz* Kendimizden mi, bu ne mümkün? Mukadderattan kaçmak kendi nefsinden kaçmak gibidir. Bu da imkânsızdır. Yoksa Haktan mı kaçıp kurtulmak istiyoruz ne beyhude bir zahmettir bu…