HHaber

Tam okul çıkışıymış, 50 kuruş olur mu amca dedi, kıyamadım…

Bir durak sonra “Müsait bir yerde ineyim” diye bir ses duydum. Bir de baktım ki, o mahcubiyetine üzüldüğüm parasız çocuk, iniyordu dolmuştan. Ben bakakaldım… Şaşkın halimin nedeni elbette verdiğim üç kuruş değildi…
İki adımlık yol için dolmuşa binecek kadar tembelleşmiş olan çocuklarımızın ardından baktım, birilerine minnet etmek pahasına da olsa sadece iki durak arasını yürümeyi kendine zahmet gören…

Otostop çeken gençlere rastlıyor musunuz siz de yol kenarlarında ya da iki kat çıkmamak adına asansör kuyruğunda bekleyenleri… Oturduğu yerden kalkmak istemeyen…

Sue Palmer, “Ze*hir*lenen Çocukluk” kitabında, uzun süre oturmaktan ve hareketsizlik neticesinde ortaya çıkan insan tipini “koltuk patatesi” olarak isimlendirmekte. Palmer’ın “Koltuk Patatesi” tabiri “Wall E” filminde çok güzel canlandırılmış. Oturdukları yerden kalkmadan yiyip içen, koşmayan, zıplamayan, yuvarlanmayan, yediklerini eritemeyen, yürümeyen, bunlara gerek bile duymayan çocuklar… Uçamayan kuşlar gibi.

Sanırım biraz da bizim rahatımızın kurbanı oluyor çocuklar. Çocukların dışarı çıkması takibi de zor geliyor. Sokaklar güvensiz, söylemleri işimize geliyor. Evde yanı başımızda olsun da…

Böyle böyle hapsediyoruz çocuklarımızı. Kimi zaman da “dışarıya çık diyorum, çıkmak istemiyor” sözü dökülüyor anne babaların dilinden. Çocuklar suni bir keyfe aşina olmuşlar çünkü en savunmasız halleriyle.

Ne yazık ki, alışkanlığa dönüşen bir keyfin, ondan daha büyük bir keyif yaşamadan terkedilmesi de hiç mümkün görülmüyor.
İngiltere’de hareketsizleşen çocuklarla ilgili bir çalışmanın ortaya koyduğu verilere göre; çocukların üçte biri dışarıda 30 dakikadan az oynuyormuş. Beşte biri ise gün boyu hiç açık havaya çıkmıyormuş. Bu rakamların ülkemizdeki durumu çok daha vahim olsa gerek. İşin ilginç yanı; Birleşmiş Milletler ’in ilkelerine göre, mahkûmların bile günde 1 saat açık havada egzersiz yapma zorunluluğu varmış. Ya çocuklarımız?

Biri bize illa reçete mi vermeli, yasa mı çıkarmalı, “1 saat tut kolundan gezdir annesi” “bu çocuk her gün temiz hava alacak babası” mı demeli bize birileri?
Dışarıda çocuk düşer, kalkar, yürümeyi öğrenir, vücudunu yönetmeyi öğrenir, dengeyi öğrenir, engellerle baş etmeyi de…
Başka insanları gözlemler, iletişim kurmayı öğrenir. Bazen hayır der, bazen susar, bazen de konuşmayı dener. Dışarıda çocuk, daha kaliteli nefes alır, beynine giden daha çok oksijenle zihni çok daha iyi çalışır. Dışarıda taşa, toprağa dokunur bu çocuk. Böylece hissetme yeteneğini geliştirir. Tabiatın sesiyle dinlenir ruhu…

Karıncayla göz göze gelir, bir salyangozun anteninin içine kaçarken ki heyecanıyla hayatı duymayı öğrenir. Oynar, eğlenir, kavga eder, küser, barışır… Cebine doldurduğu çakıl taşlarının yanında daha neler vardır, neler…

Göremediğimiz, bilemediğimiz ne çok kazancı vardır açık havada olmanın. Kapalı kaldıkları dört duvar arasından biraz çıkarsak mı çocuklarımızı, ne dersiniz? “Çık dışarıya oyna biraz” demeden, “Bugün birlikte biraz yürüyelim mi?” demeli belki de.
Bize de iyi gelecektir; iş güç, misafir, temizlik bekleyedursa biraz da, şöyle birazcık çıkıversek mi beraber? Kalkıp yerimizden, çocuğumuzun elinden tutup birlikte dahil olmalı açık havanın enerjisine ve iyi edici gücüne…