Cüneyt Arkın’ın Hüzünlendiren Hayat Hikayesi…
BİR ÇİFTLİKTE BATTAL GAZİ HİKAYELERİYLE BÜYÜMÜŞ
Eskişehir Necatibey İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. O dönemde, sonradan Yeşilçam’da canlandırdığı bazı karakterlere ilham veren Battal Gazi, Köroğlu hikayelerini çok severdi Fahrettin. Bunlarla büyüdü denilse doğrudur.
YAŞAMIŞ OLDUĞU HAYAT ONDAKİ YÜREK ZENGİNLİĞİNİN ALT YAPISINI OLUŞTURMUŞTU
2017 yılında Hürriyet’den Cengiz Semercioğlu’na verdiği röportajda o dönemdeki yaşamını şöyle anlatmıştı sevilen sanatçı: “Kayaları ezdik, tek tek küçülttük, küçülttük, sonra toprakla karıştırıp gübreledik. Babam 40 torba buğday getirdi ve onları ektik. Bir sabaha karşı bozkırın güneşinde beni uyandırdı ve ektiğimiz tarlanın kıyısına götürdü. “Bak oğlum, buğday filizleri büyüyor, sesini duyuyor musun?” dedi. Müthiş bir şey. Ben o filizlerin büyüme sesini duyarak yetiştim. Aileye ekonomik katkım olsun diye yılda 3 ay bekçilik yapardım. Orada çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi, bulutu öyle bir yaşadım ki… Tüm bunlar bende bir yürek zenginliği yarattı. Ve ben Cüneyt Arkın olduğum zamanda da harcadım o güzellikleri.
TEZEKLERİN ÜZERİNDE UYUDUĞU O TATLI UYKUYA DAİR ANISI
Arkın, 2020 yılında Zeynep Bilgehan’a Hürriyet gazetesi için verdiği röportajda çocukluğunun, özellikle de babasının hayatı boyunca kendisini nasıl etkilediğine dair; “Babam tabiatın kendisi olmuş bir insandı. Ben de tabiat içinde büyüdüm. Eskişehir’de koyunların arasında, tezeklerin üzerinde uyuduğum tatlı uykuyu sonra en lüks otellerde bile bulamadım” demişti.
ANNEMİN ELLERİ TARLADA ÇALIŞMAKTAN ÖTÜRÜ NASIRLARLA DOLUYDU
ın’ın çocukluk yılları kelimenin tam anlamıyla “toprağın kollarında” geçti. Gelin yine onun Hürriyet’e verdiği röportajdaki sözleriyle bir hatırlayalım o dönemi: Böyle bir ortamda büyümek insan ruhunu nasıl etkiler acaba? Bir başka anıyla yanıtlıyor: “İlkokulda aileme destek olmak için bostan bekçiliği yaptım. Üç ay tek başıma doğada kaldım. Yanımda iki köpeğim, bir de sıpa vardı… Bu tecrübe yüreğime öylesine zenginlik, engin düşünme, farkındalık gücü verdi ki ‘Cüneyt Arkın’ olduğum süre boyunca bu birikimden kuvvet aldım. Tabiatın içinde üç ay herkese hasretken köpeklerimden dostluğu, nezaketi, vefayı öğrendim. Sabrı ve dayanıklılığı da sıpadan öğrendim. Tabii tabiat insanı babamdan da kavi olmayı, yenilmemeyi, dayanmayı öğrendim. Annemin elleri tarlada çalışmaktan nasır dolu olurdu. Kınayla örterdi. Canım annem…”Fahrettin Cüreklibatur ya da milyonların tanıdığı adıyla Cüneyt Arkın, Eskişehir Lisesi’ne giderken sanata olan eğilimi de iyice ortaya çıkmıştı. O dönemde hikayeler yazıp, edebiyat dergilerine gönderiyordu. Liseden sonra ne yapacağına karar vermiş gibiydi o sırada. İstanbul’a gidip tıp fakültesi sınavlarına girdi ve kazandı. Tıp eğitimi sürerken bir yandan da edebiyata ilgisi devam ediyordu. Arkadaşlarıyla birlikte Erek adında bir dergi çıkardılar. O dergide şiirleri ve hikayeleri yer alıyordu.
Cüneyt Arkın’ın tıp fakültesindeki öğrencilik yılları da zorlu geçti. Bunu da yıllar sonra Hürriyet’e verdiği bir röportajda anlatmıştı Arkın. Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yıl Sirkeci’de bir otel odasında iki inşaat işçisiyle birlikte kaldığını söylemişti. Hatta derslerini takip etmek için okula gittiğini arta kalan zamanlarından da onlarla birlikte inşaatlarda çalıştığını da hiçbir zaman saklamadı.
İLK PARAMLA FIRINA KOŞUP EKMEK ALDIM VE O EKMEKTEN PATLAYANA KADAR YEDİM
Tıp öğrenciliğini bitirip staj başladığı dönemde yaşadıklarını da yine aynı röportajda şu sözlerle anlatmıştı Arkın: Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.”
O YEMEĞİN TADINI ASLA UNUTMADIM…
Arkın, okulunu bitirdikten sonra 1961’de Adana’nın Feke Köyü’ne gitti doktor olarak. O dönemi de şöyle anlatmıştı Arkın: “Askerliğimi yaptıktan sonraki ilk görev yeri olarak Adana’nın Feke taraflarında bir köye gittik. ‘Köy’ deniyor ama ‘Nerede köy?’ diyorum… Toprak altında bir yer, mağaralarda! Sağlık ocağı filan yok. Ahır gibi bir yer verdiler. Sağolsun köylüler, hemen yardıma geldi. Kolları sıvadık. Ahırı sağlık ocağına benzer bir şey yaptık. O gece yorgun yattım. Tepeyi daha kapatamamışız, yıldızların altında uyudum… Akşam yemeği ayran, bulgur pilavı ve soğan getirdiler. Hala tadını unutmadım, öyle lezzetli Yemek yediğimi hatırlamıyorum.”
ARTIK YEMEKLERİ ÖNÜME KOYMALARI ÇOK ZORUMA GİDERDİ
“Bu paylaşımın altına çok iyi yaşadınız demişsiniz öyle tabii.
Anlatayım fotoğrafın çekildiği dönemi fakülte yıllarımdı hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım.
Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği.
Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hasta bakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum.
Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hasta bakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum…” DEVAMI İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ…
BİR ÇİFTLİKTE BATTAL GAZİ HİKAYELERİYLE BÜYÜMÜŞ
Eskişehir Necatibey İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. O dönemde, sonradan Yeşilçam’da canlandırdığı bazı karakterlere ilham veren Battal Gazi, Köroğlu hikayelerini çok severdi Fahrettin. Bunlarla büyüdü denilse doğrudur.
YAŞAMIŞ OLDUĞU HAYAT ONDAKİ YÜREK ZENGİNLİĞİNİN ALT YAPISINI OLUŞTURMUŞTU
2017 yılında Hürriyet’den Cengiz Semercioğlu’na verdiği röportajda o dönemdeki yaşamını şöyle anlatmıştı sevilen sanatçı: “Kayaları ezdik, tek tek küçülttük, küçülttük, sonra toprakla karıştırıp gübreledik. Babam 40 torba buğday getirdi ve onları ektik. Bir sabaha karşı bozkırın güneşinde beni uyandırdı ve ektiğimiz tarlanın kıyısına götürdü. “Bak oğlum, buğday filizleri büyüyor, sesini duyuyor musun?” dedi. Müthiş bir şey. Ben o filizlerin büyüme sesini duyarak yetiştim. Aileye ekonomik katkım olsun diye yılda 3 ay bekçilik yapardım. Orada çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi, bulutu öyle bir yaşadım ki… Tüm bunlar bende bir yürek zenginliği yarattı. Ve ben Cüneyt Arkın olduğum zamanda da harcadım o güzellikleri.
TEZEKLERİN ÜZERİNDE UYUDUĞU O TATLI UYKUYA DAİR ANISI
Arkın, 2020 yılında Zeynep Bilgehan’a Hürriyet gazetesi için verdiği röportajda çocukluğunun, özellikle de babasının hayatı boyunca kendisini nasıl etkilediğine dair; “Babam tabiatın kendisi olmuş bir insandı. Ben de tabiat içinde büyüdüm. Eskişehir’de koyunların arasında, tezeklerin üzerinde uyuduğum tatlı uykuyu sonra en lüks otellerde bile bulamadım” demişti.
ANNEMİN ELLERİ TARLADA ÇALIŞMAKTAN ÖTÜRÜ NASIRLARLA DOLUYDU
ın’ın çocukluk yılları kelimenin tam anlamıyla “toprağın kollarında” geçti. Gelin yine onun Hürriyet’e verdiği röportajdaki sözleriyle bir hatırlayalım o dönemi: Böyle bir ortamda büyümek insan ruhunu nasıl etkiler acaba? Bir başka anıyla yanıtlıyor: “İlkokulda aileme destek olmak için bostan bekçiliği yaptım. Üç ay tek başıma doğada kaldım. Yanımda iki köpeğim, bir de sıpa vardı… Bu tecrübe yüreğime öylesine zenginlik, engin düşünme, farkındalık gücü verdi ki ‘Cüneyt Arkın’ olduğum süre boyunca bu birikimden kuvvet aldım. Tabiatın içinde üç ay herkese hasretken köpeklerimden dostluğu, nezaketi, vefayı öğrendim. Sabrı ve dayanıklılığı da sıpadan öğrendim. Tabii tabiat insanı babamdan da kavi olmayı, yenilmemeyi, dayanmayı öğrendim. Annemin elleri tarlada çalışmaktan nasır dolu olurdu. Kınayla örterdi. Canım annem…”Fahrettin Cüreklibatur ya da milyonların tanıdığı adıyla Cüneyt Arkın, Eskişehir Lisesi’ne giderken sanata olan eğilimi de iyice ortaya çıkmıştı. O dönemde hikayeler yazıp, edebiyat dergilerine gönderiyordu. Liseden sonra ne yapacağına karar vermiş gibiydi o sırada. İstanbul’a gidip tıp fakültesi sınavlarına girdi ve kazandı. Tıp eğitimi sürerken bir yandan da edebiyata ilgisi devam ediyordu. Arkadaşlarıyla birlikte Erek adında bir dergi çıkardılar. O dergide şiirleri ve hikayeleri yer alıyordu.
Cüneyt Arkın’ın tıp fakültesindeki öğrencilik yılları da zorlu geçti. Bunu da yıllar sonra Hürriyet’e verdiği bir röportajda anlatmıştı Arkın. Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yıl Sirkeci’de bir otel odasında iki inşaat işçisiyle birlikte kaldığını söylemişti. Hatta derslerini takip etmek için okula gittiğini arta kalan zamanlarından da onlarla birlikte inşaatlarda çalıştığını da hiçbir zaman saklamadı.
İLK PARAMLA FIRINA KOŞUP EKMEK ALDIM VE O EKMEKTEN PATLAYANA KADAR YEDİM
Tıp öğrenciliğini bitirip staj başladığı dönemde yaşadıklarını da yine aynı röportajda şu sözlerle anlatmıştı Arkın: Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.”
O YEMEĞİN TADINI ASLA UNUTMADIM…
Arkın, okulunu bitirdikten sonra 1961’de Adana’nın Feke Köyü’ne gitti doktor olarak. O dönemi de şöyle anlatmıştı Arkın: “Askerliğimi yaptıktan sonraki ilk görev yeri olarak Adana’nın Feke taraflarında bir köye gittik. ‘Köy’ deniyor ama ‘Nerede köy?’ diyorum… Toprak altında bir yer, mağaralarda! Sağlık ocağı filan yok. Ahır gibi bir yer verdiler. Sağolsun köylüler, hemen yardıma geldi. Kolları sıvadık. Ahırı sağlık ocağına benzer bir şey yaptık. O gece yorgun yattım. Tepeyi daha kapatamamışız, yıldızların altında uyudum… Akşam yemeği ayran, bulgur pilavı ve soğan getirdiler. Hala tadını unutmadım, öyle lezzetli Yemek yediğimi hatırlamıyorum.”
ARTIK YEMEKLERİ ÖNÜME KOYMALARI ÇOK ZORUMA GİDERDİ
“Bu paylaşımın altına çok iyi yaşadınız demişsiniz öyle tabii.
Anlatayım fotoğrafın çekildiği dönemi fakülte yıllarımdı hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım.
Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği.
Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hasta bakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum.
Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hasta bakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum…” DEVAMI İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ…