HHaber

Otuz beş yıllık evlilikten sonra…

Ama yüzüm tutup da bir türlü gidemedim yanına. Nihayet birgün zor da olsa kararımı verdim. Hiç olmazsa bu dünyadan göçmeden önce gidip özür dileyeyim deyip kalktım, ayrılırken ona bıraktığım eski evime gittim…

Kapıyı bana on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğu açtı. Ben karımın adını söyleyip evde olup olmadığını sordum. Kız içeriye seslenip; “Anne bir adam seni görmek istiyor” dedi.
Bir an şaşırdım. Acaba yanlış mı geldim diye düşünürken “Gelen kimmiş yavrum?” diyen eski karımın sesini duydum. Daha kapıya yaklaşmadan üzerinden yayılan mis gibi sabun kokusu geldi burnuma. Kilo vermiş, giydiğini yakıştırmış, bakımlı, güzel bir kadın duruyordu karşımda. Yüzündeki o asil ifade hiç değişmemişti.

İçim bir hoş olmuştu, ağlamamak için kendimi zor tuttum o an. O ise hiçbir şey olmamış gibi “Hoş geldin. Buyur bir kahve içelim” deyince kendimi tutamadım hüngür hüngür ağladım. Hiçbir şey demeden benim sakinleşmemi bekledi. Bir zamanlar beraber oturduğumuz evden içeriye girince bu evin kokusunu bile özlediğimifarkettim. Biraz sohbet ettikten sonra karıma bu kızın kim olduğunu sordum.

Onun bir de on beş yaşında bir abisi olduğunu, şu anda okulda olduğunu, onları sokaklarda yatarken bulup yanına aldığını anlattı bana. İkisinin de çok iyi çocuklar olduğunu ve bütün mal varlığını onlara paylaştırdığını söyledi. “Mallar vefat edinceye kadar benim, benden sonra da onların olacak” dedi.

Bir gün bile benim kısırlığımı yüzüme vurmayan bu asil kadın, benim egoistçe ondan çaldığım annelik duygusunu bu şekilde tatmin etmiş ve çok büyük bir sevaba da girerek yaşlılığında ona bir bardak su verecek evlatlara sahip olmuştu. Benim sırf nefsi keyfim görülsün diye bir mal mülk sevdalısına yedirdiğimi onca parayı malı mülkü bu asil kadın hayır işlerinde kullanmıştı. İçimden ne kadar çirkin kelime biliyorsam kendime ettim o anda.

Akşam olmuş, gitme vakti gelmişti. Mutfaktan mis gibi lahana sarmasının kokusu geliyordu, canım çekti ama hiç belli etmedim. “Gitme bizimle kal” dese seve seve kalacaktım ama demedi. Sadece; “Ara sıra ara, sağlığından haberdar et” dedi. Onun da bir kadınlık gururu vardı ve hiç hak etmediği halde ben onu hiç umursamadan incitmiştim.

Kuyruğumu kıstırıp bin bir pişmanlıkla oradan ayrıldım. Oradan ayrılmadan önce karım elime bir poşet tutuşturdu ve; “seversin sen,lahana sarmıştım, götür afiyetle” dedi.

Yaşıma başıma bakmadan yaptığım o büyük hatayı şimdi hayatta bir başıma kalmakla ödüyordum. Evet, ben bunu hak etmiştim. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuştum…