Ayşen ile mecburi hizmette
Nöbetim esnasında damdan düştü diye getirilen 6 yaşında bir kız çocuğunu aldık birlikte. Bakmaya doyamayacağın güzellikteki o yüz yara bere içinde idi. Bakımsızlığa inat sarı saçları pırıl pırıl olan yavru için ne gerekiyorsa yaptık. Dalak gitmiş, akciğerler sönmüş, kemikleri desen kırılmış… Bu sabinin tek günahı böyle bir yerde, bu ailenin eline doğmuş olmaktı. Yatağının kenarına bile korkuluk konup saçı okşanarak uyuyan da sabi sübyan idi; damda hiçbir önlem alınmadan yatırılan bu çocuklar da…
Boğazımıza bir düğümdür ki oturuverdi. Hiç konuşamadık; saatler süren operasyon sonrası eve dönerken yoğun bakıma uğradığımda gördüğüm manzara şu idi, Ayşen çocuğun elini tutmuş oturmaktaydı. Ben de uzanıp onun elini tuttum, o buğulu mavi gözleriyle bana baktı ve şöyle dedi:
“Ben babasız büyüdüm. Babam ben çok küçükken bırakıp gitmiş. Bakamayacağı çiçekleri niye dikerler ki bu dünyaya? Bu çocukları, ailesinden bilgi almaya çalışırken, ‘adı bile olmayan, babasının ikinciyi eşek tepti, üçüncü de böyle damdan düştüydü’ diye anlattığı yavruları görünce içim dayanmıyor, içimde bişeyler alev alıyor be dostum.”
Orada o gün her yanı kırık bir, kalbi kırık iki küçük kız bıraktım ben yoğun bakımda.
Küçük hastamız Halime yoğun bakım ve servisin maskotu haline gelmişti. Tam üç ay bizimle kaldı. Ayşen her vizitte sabah ona ‘Halimeeee’ diye kuzu gibi ‘mee’ leyerek seslendikçe yavrucuk kıkırdayarak güler, onların neşeleri ise hepimize bulaşırdı.
Bir gün akşam nöbette baktım yine bu ikili yan yanalar, hemen uğradım. Halime’nin yanından ayrılınca Ayşen dedi ki:
“Taburcu olacak ama çok endişeliyim, dalağı da yok, iyi bir bakım şart, elimde olsa ben evime götürür bakarım. 3 aydır annesi hep geldi ilgilendi de babayı bir kez bile görmedim. Halime’nin 7 kız 1 erkek kardeşi varmış. ‘Babam bizi hiç sevip öpmez ki, ayıpmış, bir tek erkek kardeşim Mehmet’i sever o’ deyince içim burkuldu.
‘Hiç olur mu, babalar kızlarını öpmese de severler’ filan dedim ama insanların bu erkek çocuk takıntısı bana aklımı kaçırttırıyor.
Halime’yi taburcu edip annesinin kucağında gönderirken onu aylardır izleyen hemşire, doktor, personel hepimiz el salladık. O yavrucuğun Ayşen’e sarılıp ağlamasını görseniz, ‘sevgi’ böyle bir şeydi işte. Yer, zaman mekan dinlemeyen, sıcacık… Ayşen boynundan hiç çıkarmadığı kalpli ismi yazılı kolyesini çıkarıp miniğine taktı; ‘bunu hiç çıkarma beni özleyince bu kolyeyi tut, ben hissederim olur mu?’ dedi.
Ayşen sanki çocuğundan ayrılmıştı, günlerce o kendinden büyük, gür sesi çıkmaz oldu. Sessizce ameliyatını yapıp odasına çekilir olmuştu. Çok karlı bi günde, soğuk insanın içine işliyor, personel acilin girişindeki karı kürese de ânında geri kapanıveriyordu. Acilde Ayşen’le birlikte nöbetteydik. Dışarda lapa lapa yağan karı izlerken sıcacık evde çay içmek çok keyifliydi ama nöbetteyken…
Tam o esnada ambulansın sireniyle beraber çayımızın son yudumlarını alıp hastayı karşılamaya kapıya yöneldik. Koca sedyenin ortasında minicik bi kız çocuğunu koşturarak müdahale odasına almışlardı. ‘6 yaşında bir kız çocuğu, yüksekten düşme nedeniyle burda ameliyat olmuş, bir haftadır öksürük ve ateşi düşmemiş. Bugün nefes alamayınca bizi aradılar.’ Bu sözleri bir uğultu hâlinde duyuyordum, Halime, minik kuzumuz bakımsızlıktan tanınmayacak halde geri gelmişti.
Hemen başına geçip oksijene rağmen morlaşmış, ateşten kavrulmuş dudaklarını aralayıp entube ederken, Ayşen de eli kolu titreyerek Halime’yi müdahaleye hazırlıyordu ve kuzusunun boynundaki kolyesini gördü.
‘Yavrum öyle çok tutmuş ki kolyenin yazısı silinmiş, ben de seni çok özledim kuzucuk, nolur beni bırakma, kimseye vermeyeceğim, hiç yanımdan ayırmayacağım seni’ dedi…
Halime son ana kadar bize getirilmediği için, minik kalbi, akciğerleri iflas etmişti. Aralıksız bir buçuk saattir kalp masajı yapan Ayşen’e; ‘Hiç yanıt yok, artık bırakman lâzım, elimizden geleni yaptık’ dedim.
Onu hiç böyle görmemiştim. Gözünün yaşını silip koşarak dışarı çıktı bi taraftan da bağırıyodu:
-Siz ana baba mısınııız, bu yavruyu bu hâle gelene kadar nasıl getirmezsiniz? Damdan düşüren de üstüne bakmayıp şu hâle getiren de sizsiniiz!! Öyle bir halde bağırıyordu ki hiçbirimiz tutamıyorduk. Babasına; ‘neden bakmadın bu kuzuya, kızın o senin, o da evlâdın değil mii?’ derken bir anda neye uğradığımızı bilemedik…
Kulaşları sağır edecek bir ses duyduk o anda. Halime’nin babası, cebinden çıkardığı o şeyle Ayşen’i kalbinden diye kurşunlamıştı…
Sonra ne mi oldu? Televizyonda o akşam bazı kanallar ‘bir doktor daha’ dedi ismi bile geçmedi, insanlar ‘ama o da babasına saldırmış’ dediler utanmadan, bilmeden… Babası hâkime; ‘kadın başıyla herkesin ortasında yakama yapıştı, hesap sordu erkeklik onurumu kırdı, ben de yaptım’ dedi…
O gece ben acilde iki melek bıraktım, elele, adı bile olmayan… O gece ben acilde insanlığa olan inancımı bıraktım. ‘Yavrumu yanımdan ayırmayacağım’ diyen Ayşen’i yavrusuyla yanyana toprağa verdim. Ben o gece yağan karın altında saatlerce oturdum, hiç üşümedim…
Dr. Figen Demir Kardeş…
Nöbetim esnasında damdan düştü diye getirilen 6 yaşında bir kız çocuğunu aldık birlikte. Bakmaya doyamayacağın güzellikteki o yüz yara bere içinde idi. Bakımsızlığa inat sarı saçları pırıl pırıl olan yavru için ne gerekiyorsa yaptık. Dalak gitmiş, akciğerler sönmüş, kemikleri desen kırılmış… Bu sabinin tek günahı böyle bir yerde, bu ailenin eline doğmuş olmaktı. Yatağının kenarına bile korkuluk konup saçı okşanarak uyuyan da sabi sübyan idi; damda hiçbir önlem alınmadan yatırılan bu çocuklar da…
Boğazımıza bir düğümdür ki oturuverdi. Hiç konuşamadık; saatler süren operasyon sonrası eve dönerken yoğun bakıma uğradığımda gördüğüm manzara şu idi, Ayşen çocuğun elini tutmuş oturmaktaydı. Ben de uzanıp onun elini tuttum, o buğulu mavi gözleriyle bana baktı ve şöyle dedi:
“Ben babasız büyüdüm. Babam ben çok küçükken bırakıp gitmiş. Bakamayacağı çiçekleri niye dikerler ki bu dünyaya? Bu çocukları, ailesinden bilgi almaya çalışırken, ‘adı bile olmayan, babasının ikinciyi eşek tepti, üçüncü de böyle damdan düştüydü’ diye anlattığı yavruları görünce içim dayanmıyor, içimde bişeyler alev alıyor be dostum.”
Orada o gün her yanı kırık bir, kalbi kırık iki küçük kız bıraktım ben yoğun bakımda.
Küçük hastamız Halime yoğun bakım ve servisin maskotu haline gelmişti. Tam üç ay bizimle kaldı. Ayşen her vizitte sabah ona ‘Halimeeee’ diye kuzu gibi ‘mee’ leyerek seslendikçe yavrucuk kıkırdayarak güler, onların neşeleri ise hepimize bulaşırdı.
Bir gün akşam nöbette baktım yine bu ikili yan yanalar, hemen uğradım. Halime’nin yanından ayrılınca Ayşen dedi ki:
“Taburcu olacak ama çok endişeliyim, dalağı da yok, iyi bir bakım şart, elimde olsa ben evime götürür bakarım. 3 aydır annesi hep geldi ilgilendi de babayı bir kez bile görmedim. Halime’nin 7 kız 1 erkek kardeşi varmış. ‘Babam bizi hiç sevip öpmez ki, ayıpmış, bir tek erkek kardeşim Mehmet’i sever o’ deyince içim burkuldu.
‘Hiç olur mu, babalar kızlarını öpmese de severler’ filan dedim ama insanların bu erkek çocuk takıntısı bana aklımı kaçırttırıyor.
Halime’yi taburcu edip annesinin kucağında gönderirken onu aylardır izleyen hemşire, doktor, personel hepimiz el salladık. O yavrucuğun Ayşen’e sarılıp ağlamasını görseniz, ‘sevgi’ böyle bir şeydi işte. Yer, zaman mekan dinlemeyen, sıcacık… Ayşen boynundan hiç çıkarmadığı kalpli ismi yazılı kolyesini çıkarıp miniğine taktı; ‘bunu hiç çıkarma beni özleyince bu kolyeyi tut, ben hissederim olur mu?’ dedi.
Ayşen sanki çocuğundan ayrılmıştı, günlerce o kendinden büyük, gür sesi çıkmaz oldu. Sessizce ameliyatını yapıp odasına çekilir olmuştu. Çok karlı bi günde, soğuk insanın içine işliyor, personel acilin girişindeki karı kürese de ânında geri kapanıveriyordu. Acilde Ayşen’le birlikte nöbetteydik. Dışarda lapa lapa yağan karı izlerken sıcacık evde çay içmek çok keyifliydi ama nöbetteyken…
Tam o esnada ambulansın sireniyle beraber çayımızın son yudumlarını alıp hastayı karşılamaya kapıya yöneldik. Koca sedyenin ortasında minicik bi kız çocuğunu koşturarak müdahale odasına almışlardı. ‘6 yaşında bir kız çocuğu, yüksekten düşme nedeniyle burda ameliyat olmuş, bir haftadır öksürük ve ateşi düşmemiş. Bugün nefes alamayınca bizi aradılar.’ Bu sözleri bir uğultu hâlinde duyuyordum, Halime, minik kuzumuz bakımsızlıktan tanınmayacak halde geri gelmişti.
Hemen başına geçip oksijene rağmen morlaşmış, ateşten kavrulmuş dudaklarını aralayıp entube ederken, Ayşen de eli kolu titreyerek Halime’yi müdahaleye hazırlıyordu ve kuzusunun boynundaki kolyesini gördü.
‘Yavrum öyle çok tutmuş ki kolyenin yazısı silinmiş, ben de seni çok özledim kuzucuk, nolur beni bırakma, kimseye vermeyeceğim, hiç yanımdan ayırmayacağım seni’ dedi…
Halime son ana kadar bize getirilmediği için, minik kalbi, akciğerleri iflas etmişti. Aralıksız bir buçuk saattir kalp masajı yapan Ayşen’e; ‘Hiç yanıt yok, artık bırakman lâzım, elimizden geleni yaptık’ dedim.
Onu hiç böyle görmemiştim. Gözünün yaşını silip koşarak dışarı çıktı bi taraftan da bağırıyodu:
-Siz ana baba mısınııız, bu yavruyu bu hâle gelene kadar nasıl getirmezsiniz? Damdan düşüren de üstüne bakmayıp şu hâle getiren de sizsiniiz!! Öyle bir halde bağırıyordu ki hiçbirimiz tutamıyorduk. Babasına; ‘neden bakmadın bu kuzuya, kızın o senin, o da evlâdın değil mii?’ derken bir anda neye uğradığımızı bilemedik…
Kulaşları sağır edecek bir ses duyduk o anda. Halime’nin babası, cebinden çıkardığı o şeyle Ayşen’i kalbinden diye kurşunlamıştı…
Sonra ne mi oldu? Televizyonda o akşam bazı kanallar ‘bir doktor daha’ dedi ismi bile geçmedi, insanlar ‘ama o da babasına saldırmış’ dediler utanmadan, bilmeden… Babası hâkime; ‘kadın başıyla herkesin ortasında yakama yapıştı, hesap sordu erkeklik onurumu kırdı, ben de yaptım’ dedi…
O gece ben acilde iki melek bıraktım, elele, adı bile olmayan… O gece ben acilde insanlığa olan inancımı bıraktım. ‘Yavrumu yanımdan ayırmayacağım’ diyen Ayşen’i yavrusuyla yanyana toprağa verdim. Ben o gece yağan karın altında saatlerce oturdum, hiç üşümedim…
Dr. Figen Demir Kardeş…